EVSİZ ŞEHİR

İstanbul’un iki yakasını iki aşığa benzetirim ben. Bilmem kaç bin yıl önce birbirlerinden kopmuş, belki de biraz mesafe, tabir-i caizse ‘personal space’ ihtiyacı hissetmiş iki aşığa. Biz ise aşıkların birbirlerine gönderdiği mektuplardan ibaretizdir. Gözle göremediğimiz mesafeler, gönül yaralarına dönüşüyor iki aşığın kalbinde, zihninde… ve ne kadar ayrı kalırlarsa o kadar çok özlüyorlar birbirlerini. Bu yüzden de mektupların sayısı her geçen gün biraz daha artıyor.

Velhasıl kelam kalabalıklaşan şehir değil, iki yakanın birbirine duyduğu tutku oluyor. Ne romantik.

Ve bazı mektuplar nereye gideceğini bilmiyor. Yolunu şaşırıyor, bazen ve hatta çoğu zaman yanlış yere gönderiliyor. Her gün ve her gün. Bu yüzdendir ki geri dönüyorlar çıkış noktalarına. İki aşığın bencil duygularında kaybolmanın devasa boşluğunu yaşayarak. Tekrar ve tekrar. Her seferinde, doğru yere varabileceklerini ümit ederek.

Mektuplar eskiyor. Nasıl anlıyorum biliyor musunuz? Suretlere yerleşen yıpranmışlığa bakarak. Çok da zor olmuyor zaten fark etmek. İçlerinde taşıdıkları mesaj anlamını çoktan yitirmiş ve eskimiş oluyor. Masum isteklerini asla açılmamış zarflarında saklıyorlar. Bir gün okunabilmeyi, anlaşılabilmeyi ve cevaplanmaya değer görülmeyi bekleyerek.

Sonra kendime dönüyorum. Evsizliği kabullenmek zorunda kalmış, zarfı lekeli kendime… ve diyorum ki; gidebilecek bir yerin olsaydı eğer, kim bilir sen de ne güzel bir insan olacaktın.

EVSİZ ŞEHİR

İstanbul’un iki yakasını iki aşığa benzetirim ben. Bilmem kaç bin yıl önce birbirlerinden kopmuş, belki de biraz mesafe, tabir-i caizse ‘personal space’ ihtiyacı hissetmiş iki aşığa. Biz ise aşıkların birbirlerine gönderdiği mektuplardan ibaretizdir. Gözle göremediğimiz mesafeler, gönül yaralarına dönüşüyor iki aşığın kalbinde, zihninde… ve ne kadar ayrı kalırlarsa o kadar çok özlüyorlar birbirlerini. Bu yüzden de mektupların sayısı her geçen gün biraz daha artıyor.

Velhasıl kelam kalabalıklaşan şehir değil, iki yakanın birbirine duyduğu tutku oluyor. Ne romantik.

Ve bazı mektuplar nereye gideceğini bilmiyor. Yolunu şaşırıyor, bazen ve hatta çoğu zaman yanlış yere gönderiliyor. Her gün ve her gün. Bu yüzdendir ki geri dönüyorlar çıkış noktalarına. İki aşığın bencil duygularında kaybolmanın devasa boşluğunu yaşayarak. Tekrar ve tekrar. Her seferinde, doğru yere varabileceklerini ümit ederek.

Mektuplar eskiyor. Nasıl anlıyorum biliyor musunuz? Suretlere yerleşen yıpranmışlığa bakarak. Çok da zor olmuyor zaten fark etmek. İçlerinde taşıdıkları mesaj anlamını çoktan yitirmiş ve eskimiş oluyor. Masum isteklerini asla açılmamış zarflarında saklıyorlar. Bir gün okunabilmeyi, anlaşılabilmeyi ve cevaplanmaya değer görülmeyi bekleyerek.

Sonra kendime dönüyorum. Evsizliği kabullenmek zorunda kalmış, zarfı lekeli kendime… ve diyorum ki; gidebilecek bir yerin olsaydı eğer, kim bilir sen de ne güzel bir insan olacaktın.

SONRAKİ

BELLEK ÜRETİMİ

BELLEK ÜRETİMİ