PENCERELERDEN
Anlamaya çalışma ihtiyacı insanın varoluşuyla başladı. Kalemi, masayı, öldüren ve dönüştüren elmayı, karıncayı ve gökyüzünü, anlamak istedik. Dünyaya geldiğimizde kaynağından sütle büyüdük. İnsanın ilk dünyası evidir. Evde daha önce anlaşıldığı varsayılan her şey için bir çerçeve çizildi. Bu pencereden dünyaya baktık. Bu pencereden elma hep yeşil, biber hep kırmızı, gökyüzü hep karanlıktı.
Aile, bireyin dünyayı anlamlandırmadaki ilk ve en önemli açısıdır. Zihindeki ilk tanımlamaların, yargıların oluştuğu bu ekosistem, siz büyüdükçe, biz büyüdükçe şekillenir. Bazen baktığınız pencere çevrenin etkisiyle daha da büyür. Bazen aksine, küçülür. Ergenlik de ise kendi pencerimizi inşa ederiz. Baktığımız yer öyle derinleşir ki o pencerenin manzarasını değiştirmek dönüştürmek, oturduğumuz yerden konforlu bir bakış isteriz. Kendi sandalyemizi şöyle bir köşeye çekmek ve oturmak.
Tahtaları bulur, çekici tornavidayı hazır eder, büyü bir istek ve tutkuyla kendi pencerelerimizi inşa ederiz. Benlik algısı da bu şekilde oluşmaya başlar. Duyum, algının bu pencerelerden bize süzülenleridir. Herkesin hızı ve malzemesi o kadar farklıdır ki bazen bu inşaatlarda batanlar, bazen üst üste yenilerini yapanlar, bazen terkedilenleri görürüz. Bu büyülü bir dönemdir, yaşanılan her dönem gibi. Yaşam bütün bu duyum ve inşaat, yıkma çökertme eylemlerinin bir bütünüdür.
Bizler, yaşarken güdülerle burayı çiçeklerle donatmak isteriz. Sanatla, alışverişle, tüketmekle, koşmakla, savaşmakla, ilişkilerle, yemekle, arabalar ve parayla... Sonra belki bu pencereye tıpkı bizden ödünç alarak bakacak bir çocuk getiririz dünyaya, öğretiriz: elma yeşildir, biber hep kırmızıdır!
Fotoğraf: Bilge Arslan
12/5/24
PENCERELERDEN
Anlamaya çalışma ihtiyacı insanın varoluşuyla başladı. Kalemi, masayı, öldüren ve dönüştüren elmayı, karıncayı ve gökyüzünü, anlamak istedik. Dünyaya geldiğimizde kaynağından sütle büyüdük. İnsanın ilk dünyası evidir. Evde daha önce anlaşıldığı varsayılan her şey için bir çerçeve çizildi. Bu pencereden dünyaya baktık. Bu pencereden elma hep yeşil, biber hep kırmızı, gökyüzü hep karanlıktı.
Aile, bireyin dünyayı anlamlandırmadaki ilk ve en önemli açısıdır. Zihindeki ilk tanımlamaların, yargıların oluştuğu bu ekosistem, siz büyüdükçe, biz büyüdükçe şekillenir. Bazen baktığınız pencere çevrenin etkisiyle daha da büyür. Bazen aksine, küçülür. Ergenlik de ise kendi pencerimizi inşa ederiz. Baktığımız yer öyle derinleşir ki o pencerenin manzarasını değiştirmek dönüştürmek, oturduğumuz yerden konforlu bir bakış isteriz. Kendi sandalyemizi şöyle bir köşeye çekmek ve oturmak.
Tahtaları bulur, çekici tornavidayı hazır eder, büyü bir istek ve tutkuyla kendi pencerelerimizi inşa ederiz. Benlik algısı da bu şekilde oluşmaya başlar. Duyum, algının bu pencerelerden bize süzülenleridir. Herkesin hızı ve malzemesi o kadar farklıdır ki bazen bu inşaatlarda batanlar, bazen üst üste yenilerini yapanlar, bazen terkedilenleri görürüz. Bu büyülü bir dönemdir, yaşanılan her dönem gibi. Yaşam bütün bu duyum ve inşaat, yıkma çökertme eylemlerinin bir bütünüdür.
Bizler, yaşarken güdülerle burayı çiçeklerle donatmak isteriz. Sanatla, alışverişle, tüketmekle, koşmakla, savaşmakla, ilişkilerle, yemekle, arabalar ve parayla... Sonra belki bu pencereye tıpkı bizden ödünç alarak bakacak bir çocuk getiririz dünyaya, öğretiriz: elma yeşildir, biber hep kırmızıdır!
Fotoğraf: Bilge Arslan
12/5/24